top of page

10 Yıllık Ayrılığın Meyvesi: Paradise Again

Yazarın fotoğrafı: Emirhan DEMİRAYAKEmirhan DEMİRAYAK

2022 yılı müzik açısından inanılmaz verimli sayılabilecek yıllar arasında yer alsa da başarılı albüm açısından da en kıt yıllardan biri. 2 yıl süren koronavirüs esaretinden sonra beklentimi karşılamayı başarabilmiş olan Swedish House Mafia ve yeni albümleri Paradise Again‘i değerlendirdim. 2010’lu yılların dünya müziği elektronik müziğin en büyük yükselişini barındıran dönemlerden birisi. Swedish House Mafia da o dönemde bulunmuş herkesin yaz hatıralarında en az bir şarkıyla adını kazımış, hatta bunu 2-3 yıllık bir grupken başarabilmiş bir ekip. Zaten ayrılık sürecini de tam olarak ayrılık olarak adlandıramayız çünkü Axwell ve Ingrosso ikili olarak kariyerlerine devam etmişlerdi, yalnızca Steve Angello bireysel olarak kariyerinde devam etti. 10 yıllık ara sürecinde dünya müziği de kendi içinde birçok evrime uğradı. House müziğin yükselişi Tropical House ile devam etti, bir yandan altın dönemini yaşayan indie rock ve alternatif müzik 5,6 senemizi dolu dolu müzik dinleyerek (özellikle ergenliği o dönemlere denk gelen benim gibiler için çok değerli bu) geçmesini sağladı. Hepsinin nihayetinde yeni yıldızların yetişmediği, 10 yıl öncenin şarkılarını hala ve hala dinlediğimiz, küresel müzik aklı ve otoritesinin olmadığı bugüne gelmiş bulunmaktayız. Albüme yavaş yavaş geçerken sanat algısı hakkında destekleyici birkaç fikrimi de eklemek isterim. Albümün genel müzik yapısının aslında çok komplike olmadığını görebiliyoruz ve aslında 10 yıllık ayrılığın onlara nasıl bir tecrübe kattığını gösterir nitelikte. Sanat bir kendini ifade yöntemidir temelinde ve kendini ifade etme yollarının ortak bilinç açısından en optimum yolu az ve öz anlatımdır. Tabii ki gerekli olanı yok saymak demek değildir bu ancak bir tablo düşünecek olursak, sanatçı tuvalin kısıtladığı ölçüde ve kalıpta eserini çıkarmak zorundadır. Bir manzara resmedecek olursa dünyanın sadece kendi gözünden tabloya sığacak parçasını çizer. Sanatın estetiği, zorluğu ve tüm güzelliği budur bence.

SHM’yi oluşturduğumuz günden beri hayalimiz bir stüdyo albümü, bireyler ve sanatçılar olarak kim olduğumuzu temsil edecek bir albüm yapmaktı. Tekrar bir araya geldiğimizden beri hayalimizi gerçekleştirmeye karar verdik; bizi yeni bir dünyaya, özgür düşünceler dünyasına, sınırsız fikirlere ve ifade alanına götürecek bir ses macerasına atılacaktık. Bu biziz, bu bizim dünyamız, bu “Yine Cennet”(Paradise Again)

Röportaj’da da bahsedildiği üzere bu grubun ilk stüdyo albümü. Until One ve Until Now teklilerinin derlemesi olarak ortaya çıkmıştı ve grup belgeselleriyle bu albümleri kompoze etmişlerdi. Albüm bize o geçmiş günleri özlemle hatırlatan Time ile başlıyor. Sanatın basitliği ve öze indirgeyici yapısının güzelliğini başta da aktarmıştım. Bu şarkı hiç şüphesiz en güzel örneklerden birisi. Tek bir synth melodisini altını doldurarak veya çeşitlendirerek tüm şarkının kişiselliğini oluşturmayı başarmışlar. 2. sırada Heaven Takes You Home, geride bıraktığımız Tropical House temasını yansıtmakta. İlk şarkıyla benzer bir kompozisyonda, daha doğrusu kişisel bir yapıda ve klasik bir tropical era şarkısı. Jacob’s Note, bizi Moth To a Flame’e hazırlayan bir beste olarak üçüncü sırada. Chopin’in 9. Nocture’üne benzer bir melodi hakim ama grubun hemşehrisi Jacob Mühlrad eşsiz bir tad yakalamayı başarmış. Bir albüm içinde bu kadar fazla tür ve tarz ayrımına rağmen hepsini bir akışta ve güzel bir akışta sunulması, grubun ne kadar tecrübeli ve ne istediğini bildiren bir yapıda.


Moth To a Flame, The Weeknd ile grubun yapmış olduğu ilk şarkı. Dawn FM‘de de iki en önemli eserin (Sacrifice ve How Do I Make You Love Me) prodüktörlüğü ve yazımında grup yer aldı. Starboy’da Daft Punk‘ı görmemizin ardından The Weeknd’in güzel müzik yapan insanlarla bir Vehbi Koç edasıyla çalışması beni çok mutlu etmekte. Moth To a Flame çıktığı zaman Dawn FM için umutlanmamızı sağlayan bir yapıda olmuştu. Abel’in inanılmaz söz yazımının bir örneği olan şarkı, ortalarda zayıflamış olsa da bu çağın en önemli sanatçılarının ortaya koymuş olduğu bir eser olduğunu her kısımda hisettirmekte. 3. tekli olarak albüm öncesi yayımlanan şarkı, aynı zamanda albümden gelen 3 klibin de sonuncusu. Yukarıda It Gets Better ile sahnelerini karıştırarak sunduğum kolajı, anlattıkları hikayenin sonuna denk gelmiş olsa da klipleri sırasıyla izlemenizi tavsiye ederim. Mafia, 4. sırada bizi karşılıyor hemen ardından. İnanılmaz güçlü ve sert bir yapıda olan melodi bizi dansa davet ediyor tüm şarkı boyunca. Ancak fazla basit kaldığını inkar etmek de yakışmaz çünkü sadece o melodi kalmış altı aynı güçlülükle doldurulmamış. Bizi outroda çok yükseltse de Frankestein daha düşük bir tempoda karşılıyor bizi 5. sırada. A$AP Rocky söyleme tarzını tamamen implemente etmiş bu şarkıya, beatswich’le süslenmiş olsa da pek favorim olduğu söylenemez albüm içerisindeki diğer eserlere bakınca. Ve 6. sırada inanılmaz bir eser karşılıyor bizi. Don’t Go Mad, ilk olarak Tel Aviv’de grubun birleşme konserlerinde çalınmış. O kadar kendine özgün ve o ortadoğu havasını doruklarda hissettiğimiz bir yapıyla açılışı yapıp dans ettirerek devam ediyor. Yine bir hemşehrilerini görüyoruz bu şarkıda da. Seinabo Sey şarkının kişiliğini yaratırken kesinlikle en büyük katkıyı vermiş. Hemen ardından albümle aynı ismi taşıyan Paradise Again yer almakta. Ancak alübüme adını verecek kalitede bir yapıda asla değil o yüzden pas geçmekteyim.


Lifetime, klip serisinin ilkinde yer alan şarkı ve gerçekten kaliteli bir kliple gelmiş. Klip ne kadar mistik ve Blade Runner havasında çekilmiş olsa da şarkı da bir o kadar uyumsuz. Ellerinde gerçekten ambiyans şarkısı yapmak varken ve 070 Shake’in karakteristik sesiyle bunu süslemek varken neden Ty Dolla $ign’a uysun diye bu kadar alakasız bir şarkı yapılmış pek anlamadım. Albümde bulduğum en başarısız şarkılardan birisi maalesef. Calling On, bize yine eski güzel günleri hatırlatan bir yapıda. Ardından gelen Home’da lofi ve düşük tempo arkada çalsın tarzda bir yapıda yer alıyor. It Gets Better ile bizi Nancy Sinatra’nın ikonik şarkısını da hatırlatmasının ardından Roxanne‘i sample’ladıkları 13. şarkıdayız. The Police’in vokali Sting’in tekrar eşlik ettiği Redlight, vasat bir şarkı. Güzel bir ortamda veya bir sette dinlendiğinde hype’a sokabilecek kabiliyeti de var ama. Can You Feel It de neredeyse bir önceki şarkıyla tamamen aynı yapıya sahip. O yüzden sanatçıların dahi kendilerinin bu kadar özenmedikleri bu şarkıyla ilgili pek yorum yapmayacağım.

19.30 da demo halinde ve bir buçuk dakikalık bir şarkı, albümü 17 şarkıya tamamlamaları gerektirdiğini düşündürten ne pek anlamış değilim.

Ancak hemen arkasından Another Minute karşılamakta bizi. Albümden gelen ilk tekli olabilirdi, klip serisinin o eleştirdiğimiz yanlarının yerine koyabileceğimiz kalibrede bir şarkı. Credit verilmese de 070 Shake yer alıyor vokalde ve girişten o ambiyansı, o long night drive havasını vermekte. Biraz daha uyarlama ve emekle albümün en iyi şarkılarından birisi olabilecek kabiliyette iken çok arada kalmış bir şarkı. Yine de vasat üstü olarak değerlendiriyorum.

For You da tam bir albümün son şarkısı olması gereken şarkı ve olmuş. Tropical tonların arasında insanı rahatlatan ve yükselten sözleri ile ancak bu kadar güzel veda edilebilirdi bence.

Son olarak, Don’t You Worry Child’ın başarısını hiçbirimiz beklemiyorduk bu albümden. Yine de içinde bulunduğumuz dönemi ele alınca çıkmış olan en iyi yapımlardan birisi. Sadece daha çok müzik yapmaları ve uyumu yakalamaları gerektiği kanatindeyim.

24 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page